Hayatımız Niye Streslerle Dolu?

Stres, günümüzde hayatımızın merkezine yerleşmiş durumda. Eskiden daha çok olağanüstü durumlarla ilişkilendirilirken, artık günlük hayatın sıradan bir parçası haline geldi. Sabah alarmının çalmasıyla başlayan gün, bitmeyen işler, yetişilmesi gereken toplantılar, ekonomik kaygılar, sosyal medyada görünür olma baskısı, kişisel ilişkilerde yaşanan problemler derken, neredeyse her an bir şeylere yetişmeye, bir şeyleri düzeltmeye çalışıyoruz. Bu da zihnimizde sürekli bir baskı hissi yaratıyor. Bu baskı fark edilmediği sürece, bedenimiz ve ruh halimiz bu yükü taşımakta zorlanıyor.
Stresin bizi nasıl etkilediği aslında oldukça karmaşık. Bedenimiz, tehlike ya da baskı hissettiği anda “savaş ya da kaç” tepkisini devreye sokuyor. Bu biyolojik refleks, kısa vadeli tehlikeler için hayat kurtarıcı olabilirken, uzun vadede aynı tepkinin sürekli devrede olması bizi yıpratıyor. Kalp atışları hızlanıyor, solunum değişiyor, kaslar geriliyor, hormon seviyeleri artıyor. Bu durum süreklilik kazandığında, beden sürekli alarm halinde kalıyor. Uzun süreli stres, bağışıklık sistemini zayıflatarak hastalıklara açık hale gelmemize neden olabiliyor. Migren, yüksek tansiyon, mide sorunları, cilt problemleri gibi birçok fiziksel rahatsızlığın temelinde kronik stresin etkisi bulunuyor.
Ruhsal etkileri ise çok daha derin. İnsan kendini sürekli yorgun, kararsız, huzursuz hissediyor. Zihinsel bulanıklık, motivasyon eksikliği ve tükenmişlik duygusu baş gösteriyor. Başta hafif bir endişe gibi görünen durumlar, zamanla kaygı bozukluklarına ya da depresyona evrilebiliyor. Kişi günlük hayatın içinde işlevselliğini kaybetmeye başlıyor. Sosyal ilişkiler de bu noktada yara alıyor; sabırsızlık, tahammülsüzlük, yanlış anlaşılmalar ve kırıcı davranışlar artıyor. Oysa stresin sadece kişisel değil, toplumsal bir etkisi de var. Stresin etkisindeki bireylerin sayısı arttıkça, toplumsal huzursuzluk, iletişim sorunları ve çatışmalar da artıyor.
Birçok insan, stresin sadece zihinsel bir problem olduğunu zannederken, aslında onun tüm beden sistemimizi etkilediğini gözden kaçırıyor. Uyku bozuklukları, iştah problemleri, dikkat dağınıklığı gibi semptomlar çoğu zaman sadece günün yorgunluğu zannedilse de, aslında vücudun verdiği sinyallerdir. Ne yazık ki bu sinyaller uzun süre görmezden gelindiğinde ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Özellikle gençler arasında yaygınlaşan tükenmişlik hissi, sınav kaygısı, geleceğe dair belirsizlikler gibi durumlar da stresin erken yaşlarda bile ciddi sonuçlar doğurduğunu gösteriyor.
Tüm bu karamsar tabloya rağmen, stresle baş etmenin yolları da yok değil. Öncelikle birey olarak kendimizi tanımamız, sınırlarımızı bilmemiz ve beklentilerimizi gerçekçi seviyede tutmamız gerekiyor. Kendimizi sürekli başkalarıyla kıyaslamak, sosyal medyada gördüğümüz hayatları gerçek sanmak ya da hep daha fazlasını istemek, stresi körükleyen unsurların başında geliyor. Oysa herkesin yaşam koşulları, kapasitesi ve ihtiyaçları farklıdır. Kendi iç dengemizi bulmak, dış dünyanın gürültüsünden bir adım geride durmak en sağlıklı başlangıç olacaktır.
Fiziksel aktiviteler stresin etkilerini azaltmada son derece etkili. Egzersiz yapmak, hem vücutta biriken gerilimi azaltır hem de mutluluk hormonlarının salgılanmasını sağlar. Bunun dışında doğa yürüyüşleri, meditasyon, nefes egzersizleri, müzik dinlemek ya da yaratıcı uğraşlarla zaman geçirmek de zihinsel rahatlama sağlar. Önemli olan, bu aktiviteleri lüks olarak değil, bir ihtiyaç olarak görmek ve yaşamın bir parçası haline getirmektir.
Bir diğer önemli konu da duygularımızı bastırmamak. Stresli hissettiğimizde bunu görmezden gelmek yerine, güvenilir bir arkadaşla paylaşmak, yazıya dökmek ya da bir uzmandan destek almak, ruhsal yükü hafifletir. Yardım istemek bir zayıflık değil, aksine farkındalık göstergesidir. Ayrıca, günlük hayatta küçük de olsa “dur” demeyi öğrenmek gerekir. Sürekli meşgul olmak, her an bir şeylerle ilgilenmek zorunda hissetmek, zamanla içsel boşluk yaratır. Oysa hiçbir şey yapmadan, sadece dinlenerek geçirilen birkaç saat bile stresin etkisini azaltmak için güçlü bir adımdır.
Hayatın temposu her zaman hızlı olacak, sorumluluklar hiç bitmeyecek. Ancak stresin bizi yönetmesine izin vermek yerine, biz onu yönetmeyi öğrenmeliyiz. Kendimize ve çevremize karşı daha anlayışlı, sabırlı ve şefkatli oldukça, stresin üzerimizdeki etkisi azalır. Çünkü stresle başa çıkmak yalnızca bir psikolojik beceri değil, aynı zamanda bir yaşam becerisidir. Bu beceriyi kazanmak, daha sağlıklı, daha mutlu ve daha dengeli bir hayatın kapılarını aralamamıza yardımcı olur.