yazar
Vedat Fetah
Vedat Fetah
Yapay Zekâ Entegrasyonu ile Geleceğin Güvenlik ve Verimlilik ParadigmasıGünümüzde teknolojinin hızla ilerlemesi hem bireyler hem de kurumlar için yeni fırsatlar sunarken, aynı zamanda karmaşık sorunları da beraberinde getiriyor. Özellikle veri güvenliği, verimlilik ve şeffaflık konuları, dijital dönüşümün merkezinde yer alıyor. Bu noktada, Blokzinciri (blockchain) teknolojisi, dağıtık sistemler ve yapay zekâ (AI) entegrasyonu, geleceğin teknolojik altyapısını şekillendiren üç önemli bileşen olarak öne çıkıyor. Bu yazıda, bu teknolojilerin bir arada nasıl kullanılabileceğini, veri sızıntılarına karşı nasıl bir kalkan oluşturabileceğini ve yapay zekâ ile entegrasyonunun sunduğu güçlü noktaları detaylı bir şekilde ele alacağız. Ayrıca, gerçek hayattan örneklerle bu teknolojilerin önemini daha anlaşılır hale getirmeye çalışacağım.Blokzinciri: Şeffaflık ve Güvenliğin Yeni ÇağıBlokzinciri, adından da anlaşılacağı üzere, birbirine bağlı bloklardan oluşan ve her bir bloğun kriptografik olarak güvence altına alındığı bir veri yapısıdır. Bu teknolojinin en önemli özelliği, merkeziyetsiz (Decentralized) bir yapıya sahip olmasıdır. Yani, veriler tek bir merkezde değil, ağdaki tüm katılımcılar arasında dağıtılır. Bu da verilerin manipüle edilmesini neredeyse imkânsız hale getirir. Blokzinciri, ilk olarak Bitcoin gibi kripto paraların altyapısını oluşturmak için kullanıldı. Ancak bugün, finansal işlemlerin ötesinde, sağlık, lojistik, eğitim ve hatta devlet hizmetleri gibi birçok alanda kullanılıyor. Özellikle veri sızıntılarına karşı bir çözüm olarak Blokzinciri, verilerin güvenli bir şekilde saklanmasını ve paylaşılmasını sağlıyor.Veri Sızıntısı Sorunu ve Blokzinciri ÇözümüVeri sızıntıları, günümüzde hem bireyler hem de kurumlar için büyük bir tehdit oluşturuyor. Özellikle finansal bilgiler, kişisel veriler ve ticari sırlar, siber saldırganların hedefinde. Geleneksel veri depolama sistemleri, merkezi bir sunucuda verileri tutar. Bu ise tek bir noktada yapılacak bir saldırının tüm sistemi çökertmesine neden olabilir. Blokzinciri, bu sorunu dağıtık sistemler sayesinde çözüyor. Veriler, ağdaki tüm katılımcılar arasında paylaşıldığı için, tek bir noktaya yapılan saldırı, tüm sistemi etkilemiyor. Ayrıca, her bir blok kriptografik olarak güvence altına alındığı için, verilerin değiştirilmesi veya çalınması neredeyse imkânsız hale geliyor. Örneğin, bir hastanenin hasta kayıtlarını Blokzinciri üzerinde sakladığını düşünelim. Bu kayıtlar, sadece yetkili kişiler tarafından erişilebilir ve herhangi bir değişiklik yapıldığında, bu değişiklik tüm ağ tarafından kaydedilir. Bu da veri sızıntılarını önlerken, aynı zamanda verilerin şeffaf ve izlenebilir olmasını sağlar.Dağıtık Sistemler: Verimlilik ve DayanıklılıkDağıtık sistemler, birden fazla bilgisayarın bir ağ üzerinden iletişim kurarak tek bir sistem gibi çalışmasını sağlayan yapılardır. Bu sistemler, Blokzinciri teknolojisinin de temelini oluşturur. Dağıtık sistemlerin en büyük avantajı, merkezi bir otoriteye ihtiyaç duymadan çalışabilmesi ve sistemin herhangi bir noktasında oluşabilecek bir arızanın tüm sistemi etkilememesidir. Özellikle büyük ölçekli kurumlar ve kuruluşlar için dağıtık sistemler hem verimliliği artırır hem de sistemin dayanıklılığını güçlendirir. Örneğin, bir bulut depolama hizmeti, dağıtık sistemler sayesinde kullanıcıların verilerini farklı sunucular arasında paylaştırarak hem hız hem de güvenlik sağlar.Dağıtık Sistemler ve Yapay Zekâ EntegrasyonuYapay zekâ, dağıtık sistemlerle entegre edildiğinde, bu sistemlerin performansını daha da artırır. Örneğin, yapay zekâ algoritmaları, dağıtık sistemler üzerinde çalışan büyük veri kümelerini analiz ederek, anlamlı sonuçlar çıkarabilir. Bu da iş süreçlerinin daha verimli hale gelmesini sağlar. Ayrıca, yapay zekâ, dağıtık sistemlerde oluşabilecek sorunları önceden tespit edebilir. Örneğin, bir sunucuda oluşabilecek bir arıza, yapay zekâ tarafından önceden fark edilerek, sistemin diğer noktalarına yönlendirme yapılabilir. Bu da sistemin kesintisiz çalışmasını sağlar.Yapay Zekâ Entegrasyonu: Geleceğin Güçlü NoktalarıYapay zekâ, Blokzinciri ve dağıtık sistemlerle entegre edildiğinde, bu teknolojilerin gücünü daha da artırır. Özellikle veri analizi, otomasyon ve güvenlik alanlarında yapay zekâ, benzersiz fırsatlar sunmaktadır.1. Veri Analizi ve Tahmin YeteneğiYapay zekâ, Blokzinciri üzerinde saklanan büyük veri kümelerini analiz ederek, geleceğe yönelik tahminler yapabilir. Örneğin, finansal işlemlerin Blokzinciri üzerinde kaydedildiği bir sistemde, yapay zekâ, bu işlemleri analiz ederek, olası dolandırıcılık girişimlerini önceden tespit edebilir.2. Akıllı Sözleşmeler (Smart Contracts)Akıllı sözleşmeler, Blokzinciri üzerinde çalışan ve belirli koşullar sağlandığında otomatik olarak devreye giren programlardır. Yapay zekâ, bu sözleşmelerin daha akıllı hale gelmesini sağlar. Örneğin, bir lojistik şirketi, yapay zekâ destekli akıllı sözleşmeler kullanarak, teslimat süreçlerini otomatik hale getirebilir.3. Güvenlik ve Kimlik DoğrulamaYapay zekâ, Blokzinciri üzerinde saklanan verilerin güvenliğini artırmak için kullanılabilir. Örneğin, yüz tanıma veya parmak izi gibi biyometrik veriler, yapay zekâ tarafından analiz edilerek, kimlik doğrulama süreçleri daha güvenli hale getirilebilir.Gerçek Hayat ÖrnekleriTürkiye’de e-Devlet Veri Sızıntısı İddiaları2023 yılında Türkiye’de e-Devlet sistemine yönelik büyük bir veri sızıntısı iddiası ortaya atıldı. İddialara göre, 85 milyon vatandaşın kişisel verileri bir internet sitesinde yayınlanmıştı. Bu veriler arasında T.C. kimlik numaraları, telefon numaraları, adres bilgileri ve hatta aile bilgileri yer alıyordu. Ancak, Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi, bu iddiaları yalanlayarak, e-Devlet sisteminde sadece kullanıcı profili ve hesap bilgilerinin tutulduğunu, bu nedenle böyle bir sızıntının teknik olarak mümkün olmadığını açıkladı. Bu olay, Blokzinciri teknolojisinin önemini bir kez daha gözler önüne serdi. Eğer e-Devlet sistemi Blokzinciri üzerine inşa edilseydi, verilerin merkezi bir noktada tutulmasından kaynaklanan riskler ortadan kalkabilir ve veri sızıntısı iddialarına karşı daha güçlü bir savunma mekanizması oluşturulabilirdi.Çin’de Alışveriş Sitesinden Gerçekleşen En Büyük Veri Sızıntısı2025 yılında Çin’de tarihin en büyük veri sızıntılarından biri yaşandı. 1,5 milyar kayıt içeren bir veri tabanı, güvenliği sağlanmamış bir sunucuda ifşa oldu. Bu veri tabanında, Çin’in önde gelen e-ticaret şirketlerinden JD.com, sosyal medya platformu Weibo ve yolculuk paylaşım şirketi DiDi gibi büyük şirketlerin verileri yer alıyordu. Sızdırılan veriler arasında kişisel bilgiler, sağlık verileri, finansal kayıtlar ve hatta hükümetle ilgili bilgiler bulunuyordu. Bu olay, dağıtık sistemlerin ve yapay zekâ entegrasyonunun önemini bir kez daha vurguladı. Eğer bu şirketler, verilerini dağıtık sistemler üzerinde saklasaydı ve yapay zekâ destekli güvenlik önlemleri uygulasaydı, bu kadar büyük bir veri sızıntısı yaşanmayabilirdi.Sonuç: Geleceğin Teknolojik AltyapısıBlokzinciri, dağıtık sistemler ve yapay zekâ entegrasyonu, geleceğin teknolojik altyapısını şekillendiren üç önemli bileşen olarak karşımıza çıkıyor. Bu teknolojiler, bir arada kullanıldığında hem veri güvenliği hem de verimlilik açısından benzersiz fırsatlar sunuyor. Özellikle veri sızıntılarına karşı bir kalkan oluşturan Blokzinciri, yapay zekâ ile entegre edildiğinde, daha akıllı ve güvenli bir dünyanın kapılarını aralıyor. Gelecekte, bu teknolojilerin daha da yaygınlaşması ve birçok sektörde kullanılması bekleniyor. Bu nedenle hem bireyler hem de kurumlar, bu teknolojilere yatırım yaparak, geleceğin dijital dünyasına hazırlıklı olmalıdır. Unutmayalım ki, teknolojinin gücü, onu doğru kullanabilenlerin elinde anlam kazanacaktır. Y.Müh.Vedat FETAHEge Üniversitesi UBE Bilgi işlem Daire Başkanlığı Siber Güvenlik ve Bilişim Uzmanı 
yazar
Kazım Yevimli
Köşe Yazarı
İki yıl önce, Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki deprem, Türkiye’yi derinden sarsmıştı. Sadece binalar değil, hayatlar, umutlar, gelecekler de enkaz altında kaldı. 11 ilde yaşanan bu büyük felaket, 53 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarca insanın evsiz kalmasına neden oldu. Günlerce, haftalarca televizyon ekranlarından enkaz görüntülerini izledik. Yardım konvoylarının yollara düştüğünü, insanların soğukta, karanlıkta, umutsuzluk içinde nasıl mücadele ettiğini gördük. Herkes elinden geleni yaptı, ancak zamanla acılar unutulmaya, bölge yalnızlığa terk edilmeye başlandı. Oysa bu felaket, sadece bir doğal afet değil, aynı zamanda bir insanlık sınavıydı. Ve bu sınavda, maalesef, uzun vadeli çözümler üretmekte yetersiz kaldık.İzmir, bu süreçte afet bölgesine önemli destekler sağladı. Başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, ilçe belediyeleri, sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler, bölgeye gıda, su, battaniye, barınma malzemeleri ulaştırdı. Ancak bu yardımlar zamanla azaldı. Depremzedeler, bir kez daha kaderlerine terk edildi. Oysa afet yönetimi, sadece ilk günlerde yapılan yardımlarla sınırlı kalmamalı. Yeniden yapılanma süreci, uzun soluklu bir planlama, istikrarlı bir destek ve toplumsal bir dayanışma gerektirir. Deprem bölgesinde hâlâ binlerce insan, geçici barınaklarda yaşam mücadelesi veriyor. Hâlâ binlerce çocuk, okulsuz, geleceksiz bırakılmış durumda. Hâlâ binlerce aile, kaybettiklerinin acısını yüreğinde taşıyor.Deprem, Türkiye’nin acı bir gerçeği. Coğrafi konumumuz, bizi deprem kuşağında yaşamaya mahkûm ediyor. Ancak bu gerçeği kabullenmek yetmez, onunla yaşamayı öğrenmek zorundayız. Son günlerde Ege Denizi’nde sık sık deprem oluyor. Uzmanlar, büyük bir depremin kapıda olduğu uyarısını yapıyor. Peki, biz hazır mıyız? Maalesef, cevap yine hayır. Binalarımızın çoğu hâlâ güçsüz, deprem çantalarımız hâlâ hazır değil, yerel yönetimlerin lojistik depoları yetersiz. Deprem bilinci, yıldönümlerinde anmakla değil, her gün hazırlıklı olmakla sağlanır.Bugün kaybettiklerimizi anarken, geleceğe de bakmalıyız. Çünkü deprem değil, ihmal öldürür.
yazar
Doç.Dr. Hatice Tezer Asan
Doç.Dr. Hatice Tezer Asan
Hemen hemen her toplumda çocuklar özenle büyütülen kıymetli bireylerdir. Hamilelik haberiyle birlikte anne ve baba adayları doğacak olan bebekleri için hazırlıklar yaparlar. Bu süreçte ailelerce ilk beklenen ve umut edilen, çocuğun sağlıkla dünyaya gelmesidir. Çocuk sahibi olmanın getirdiği duygular ve sorumluluklar, çocuğun özel gereksinimli olduğunun öğrenilmesiyle birlikte birtakım değişikliklere uğrar. Çocuğun özel gereksinimli birey olması durumunda ailenin sağlıklı çocuğa sahip olma düşünün zarar görmesi, aileye yüklenen sorumlulukların artması, ilişkilerin zedelenmesi ve ailenin pek çok problemle karşılaşması söz konusudur.Engellilik, bireysel ve toplumsal sonuçları ve ruhsal, fiziksel, tıbbi ve medikal boyutları olan bir kavramdır. Çok boyutlu ve karmaşık yapısı nedeniyle engelliliği anlamak ve anlamlandırmak kadar, engelliliğin kesin bir tanımını yapmak da oldukça zordur. Engelliliği, “Doğuştan veya sonradan herhangi bir sebeple bedeni, zihni, ruhi, hissi ve sosyal yeteneklerin, çeşitli derecelerde kaybedilmesi sonucunda sosyal hayata uyum sağlanması ve günlük ihtiyaçların karşılanmasında güçlüklerle karşılaşılması, korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetleri, mimari yapılarda, açık alanlarda özel fiziki düzenlemelere genel anlamda ihtiyaç duyulması” olarak tanımlamak mümkündür. Bu hususta öne çıkan ve dikkat edilmesi gereken kavramlar, yetersizlik ve engel kavramlarıdır. Yetersizlik, zedelenme ve sapmalar sonucunda bir bireyin kendisi için normal bir etkinliği yapamaması ya da yeterlik durumunun sınırlanması halidir. DSÖ, yetersizliği, “Kişinin tıbbi teşhis sonucunda anatomik, fiziki ve psikolojik yapısı ile ilgili fonksiyonlarını kaybetmesidir ya da bunların eksikliği” olarak tanımlamıştır (WHO, 1980, s. 47). Engel kavramıysa yetersizliği ya da özrü olan bireyin çevreyle olan etkileşiminde karşılaştığı problemleri ifade etmektedir. Yani engel, kişinin yetersizliğinden kaynaklanabildiği gibi çevreden de kaynaklanabilmektedir.Özel gereksinimli çocuklar, akranlarından farklı olarak dikkat eksiliği ve hiperaktivite bozukluğu olan, özel öğrenme güçlüğü yaşayan, yaygın gelişimsel bozukluğu olan, bilişsel olarak akranlarından ileride ya da geride, bedensel, işitme veya görme yetersizliği ile dil konuşma güçlüğü olan çocuklardır. Özel eğitim; akranlarından bir ya da birkaç alanda anlamlı farklılıklar gösteren işte bu çocukların eğitim ve müdahale etkinlikleridir. Spesifik bir alan olması itibariyle ‘özel eğitim’, kendine has güçlükleri, yöntemleri ve deneyimleri içeren bir eğitim alanıdır. Kendine has güçlükler içeren özel eğitime dair en yoğun eğitim faaliyetlerini içeren “özel eğitim uygulama merkezleri”, ‘orta ve ağır’ tanılı öğrencilerin yoğunluklu olarak eğitim aldığı eğitim kurumlarıdır. “Hafif” tanılı öğrenciler ya “kaynaştırma öğrencisi” olarak tanılı olmayan akranlarıyla aynı sınıflarda ya da kendileri için düzenlenmiş özel eğitim sınıflarında eğitimlerine devam etmektedirler.Özel gereksinimli bireylerin sosyal hayata kazandırılması, toplumsal yapıya entegre olmaları, toplumda empatik bir sosyal yapının oluşturulması için yüzyılımızda çok daha fazla önemli bir konu haline gelmiş bulunmaktadır. Bunun için de bu çocuklar ve gençlerin ihtiyaç duydukları eğitim ortamına, bireyselleştirilmiş eğitim düzenlemelerine olduğu kadar tüm bu süreci başarılı olarak yönetecek istekli ve sürece adanmış eğitimcilere ve süreci sağlıklı olarak destekleyecek ailelere gereksinimleri vardır.Aile dinamik bir sistemdir ve aile bireyleri arasında etkileşim söz konusudur. Bu etkileşim içerisinde ebeveynlerin tutum ve davranışları çocukları etkileyebilmektedir. Aileler ister doğacak çocukları için ister belli bir yaşa gelmiş olan çocukları için engellilik tanısını öğrenmiş olsun, ilk aşamada şok durumunu yaşamaktadırlar. Bununla birlikte inkâr, kendini suçlama, çevrenin düşüncesinden çekinme, içe kapanma, öfke patlamaları gibi davranışlar gösterebilmektedirler. Ebeveynlerin bu davranışlarından sıyrılıp, mevcut durumu kabul ederek uyum göstermeye başlamaları çoğu zaman çok zordur. Bu süre zarfında ailede ilişkiler zedelenebilmekte ve çocuklarına yönelik davranış ve tutumları olumsuz etkilenebilmektedir. Özel gereksinimli bireylerin ve ailelerinin, sosyal yaşamdan beslenen zorluk ve sıkıntıları ülkemizde varlığını halen devam etmektedir. Özel bir çocuğa sahip olan ailelerin geçirdikleri sosyal ve psikolojik durumlar, özel çocukların toplumsal kabullenişleri karşısında yaşanan sıkıntılarla daha da problemli hale gelebilmektedir. Yapılan araştırmalar, özel gereksinimli çocuğa sahip ailelerin, gelişimleri normal seyreden çocuğu olan ailelere göre stres, anksiyete, depresyon ve kaygı düzeylerinin yüksek olduğunu göstermektedir. Aileler bu durumla baş etmede genellikle zorlanmakta, davranışsal ve duygusal sorunlar yaşamaktadırlar.Ülkemizde özel çocuklar ve aileleri için hem sosyal hem de eğitim merkezli kolaylaştırıcı çalışmalar yeterli düzeyde değildir. Bu durumdaki çocuklar ve aileleri genellikle yalıtılmış bir iletişim ağı içine hapsolmakta, anlaşılamadıkları, değer görmedikleri algısını beslemektedirler. Görme, işitme, bedensel, otizm ya da zihinsel engel gruplarındaki bireylerin sosyalleşmelerine yardımcı olacak toplumsal çalışmalar yapılmalı; bu bireylerin ve ailelerinin sıkıntılarına çözüm seçenekleri sunulmalıdır. Özel eğitim kurum ve sınıflarının her il ve ilçede arttırılması, eğitim seviyelerinin yükseltilmesi, özel eğitimci sayısının arttırılması gerekmektedir. Zira ülkemizde eğitimci açığından dolayı özel eğitim kurumu ve sınıflarında hiçbir özel eğitim diploması olmayan ücretli öğretmen istihdamı yapılmaktadır. Bakanlık veya valiliklerce organize edilecek etkinliklerle engele sahip çocukların ve ailelerinin bir araya getirilerek kaynaştırılması, ortak etkinliklerle sosyal iletişime teşvik edilmeleri gerekmektedir. Hiçbir engeli olmayan çocuklara ve gençlere özel gereksinimli bireylerle bir arada yaşama ve onlara saygı duyarak paylaşıma açık olma bilinci eğitim aracılığı ile verilmelidir. Özel çocuklara sahip ailelere yine belediyeler ya da valiliklerce psikolojik danışma merkezleri kurulması, psikolojik destek verilmesi yararlı olacaktır. Tüm özel gereksinimli çocuk ya da çocuklara sahip olan ebeveynlerin de çeşitli zorluklarla baş başa kaldıkları, yalnızlaştıkları ve çoğunlukla çocuklarına ihtiyaçları olan psikolojik desteği verme hususunda motivasyon kaybı yaşadıkları görülmektedir. Öte yandan aileler çocuklarının eğitimine katkı sağlama hususunda olduğu kadar engel durumlarının getirdiği sorunlara karşı çocukları ile ne yapacaklarını bilemedikleri tespit edilmiştir. Özel gereksinimli bir çocuğa sahip anne-babalar bu süreçte çoğunlukla yalnız kaldıklarını, sosyal yaşamdan soyutlandıklarını, kişisel aktivitelere çocuklarının bakımından dolayı zaman ayıramadıklarını belirtmektedirler. Ailelerin bu sorunlardan dolayı ailevi ve kişisel sorunlarla boğuştukları görülmektedir. Ailelerin çocuklarına faydalı olmaları için ve aynı zamanda kişisel psikolojik sağlıkları için desteğe ihtiyaçları vardır. Özel eğitime ilişkin daha fazla bilgilendirme, destek ve rehabilitasyon programları, özel gereksinimli çocukların aileleri için büyük önem arz etmektedir. Zira, özel eğitim, bakım, sosyal destek ve benzeri her alanda özel çocuğa bağlı gereksinimler, anne ve babanın yaşının ilerlemesiyle azalmamaktadır. Özel gereksinimli bir birey sadece anne babasının değil diğer kardeşlerinin de üzerinde sosyal ve psikolojik etkiler yaratabilmektedir. Özel gereksinimli bir kardeşe sahip olan bireylerin de en az anne babaları kadar desteğe ihtiyaç duydukları görülmektedir. Özel gereksinimli öğrencilere yönelik eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinin nitelik ve nicelik olarak arttırılması gerekmekte; eğitimin okul öncesinden yükseköğretime kadar her kademede desteklenmesi önem arz etmektedir. Aynı zamanda bu alanda eğitim veren eğitimcilerin sorunlarının tespit edilmesi, giderilmesi ve alana ilişkin uzmanlıklarının süreklilik arz eden bir şekilde artmasına hizmet edecek imkânlar ve destek hizmetler sunulması son derece önem taşımaktadır.Özel gereksinimli gençler son Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği’ne göre 27 yaşına gelene kadar örgün eğitim imkanlarından faydalanmakta, bu yaştan sonra örgün eğitim dışında kalmaktadırlar. Halk Eğitim Merkezleri bünyesinde bu gençler için açılan kurslar yeterli düzeyde değildir ve bu nedenle örgün eğitim dışı kalan bu gençler eve hapsolmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde Özel Eğitim Uygulama Okulları’ndan yararlanma yaşına böyle bir sınırlılığın konulmadığı uygulamalar görülmektedir. Ülkemizde de buna ihtiyaç vardır. Zira örgün eğitimde yaş sınırlaması, evi dışında sosyalleşebileceği tek ortam olan okulu bu gençlerin elinden almaktadır.Unutulmamalıdır ki; toplum tüm bireyleri ile inşa olmaktadır. Toplum, tıpkı bir insan bedeni gibi tüm organ ve uzuvlarıyla sağlıklı bir işleyiş gösteriyorsa o toplumun mutlu ve huzurlu olması mümkün olabilir. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi; “Eğitimde (toplumda) feda edilecek tek bir fert dahi yoktur!” 
Edebiyat eserleri geçmişten günümüze bizler için birer ışık olmuştur. Her konuda anlam kazandırmıştır fakat günümüzde ilgi azalsa bile eserlerin yazım tarihinden şimdiye dek anlamları değişmemiştir.Klasik edebiyat eserleri, zaman ve mekan tanımayan derinlikleriyle bugüne kadar okurlarını etkilemeye devam etmektedir. Kitap okumaya yeni başlayanlar için de hep okuyanlar için de büyük bir önem taşımaktadır. Bu eserler, sadece yaşandığı dönemi değil, insanlık tarihinin evrensel temalarını da işler. Aşk, ihanet, dostluk, ölüm, adalet gibi kavramlar, her dönemde insanın iç dünyasında anlam bulmuş ve bu eserlerin güç kaynağı oluşturmuştur. Günümüz dünyasında, dijitalleşmenin etkisiyle hızla değişen değerler ve yaşam biçimleri arasında, klasik eserlerin sunduğu bu evrensel temalar, insanları geçmişe bağlayarak zamanın ötesinde bir köprü kurar.Modern toplumun hızla değişen dinamikleri, bazen insanları sadece teknolojik yeniliklerle şekillenen bir dünyada yaşamaya zorlamakta. Ancak klasik edebiyat eserleri, bireyin kendisiyle ve çevresiyle olan ilişkisinin derinlemesine incelenmesi gereken bir alanı temsil eder. Bugün bir roman ya da tiyatro oyunundan daha fazla “hızlı tüketim” beklentisi olan bir toplumda, klasik eserlerin derinliği bazen ikinci plana düşse de, aslında bu metinler insan doğasına dair kalıcı bir bilgiyi barındırır. Klasik eserler, modern toplumun yüzeysel ve hızla tüketilen anlayışına karşı derin düşünmeyi, sorgulamayı teşvik eder.Klasik edebiyatın bir başka önemli yanı da, kültürler ve zamanlar arasındaki bariyerleri aşmasıdır. Batı'nın klasiklerinden Doğu'nun başyapıtlarına kadar bu eserler, farklı coğrafyalarda farklı dillere çevrilmiş ve dünya genelinde insanların ortak deneyimlerine seslenmiştir. Aynı şekilde, birçok kültürde ve toplumda bu eserlerin izleri ve etkileri gözlemlenebilir. Bu da bize klasik edebiyatın evrensel bir miras olduğunu hatırlatır. Bugün, bir yazarın eseri kadar, o eserin aldığı şekli ve toplumda nasıl bir ses bulduğunu anlamak da önemlidir.Günümüzde, klasik edebiyat eserlerine olan ilgi giderek azalmış gibi gözükse de, aslında bu eserlerin sunduğu derinlikler, okur için daha da değerli bir hale gelmiştir. Modern yaşamın karmaşasında birey, klasik edebiyatın sunduğu duraklardan, anlık zevklerden çok daha fazla anlam ve ruhsal derinlik bulabilir. Bu eserler, aynı zamanda bireyin tarihle, kültürle ve insanlıkla kurduğu bağları güçlendiren, bireyi hem kendi iç dünyasıyla hem de toplumla daha derin bir şekilde tanıştıran araçlardır. Klasik edebiyat, zamansız bir öğretmendir ve zaman içinde herkesin kendi anlamını bulabileceği metinler sunar.İnsanlar ne kadar az okumaya başlarsa başlasın kitaplar anlamlarını kaybetmeyecektir. Kayıtlı anılan gibilerdir o eserler. Kayıtlı olan şeyin unutulması ve anlamını yitirmesi zor olur.
yazar
Nevin Silyanoğlu Aydemir
Nevin Silyanoğlu Aydemir
İçinde bulunduğumuz zemin olayları, konuları ve kişileri değerlendirmemizde kaçınılmaz bir etkene sahiptir. Öyle ki tutum ve davranışlarımız bizim kontrolümüzde olsa da dolaylı olarak algımız birçok faktör yönüyle biçimlendirilebilmektedir. Bu kapsamda sosyal bilincin oluşturulması, kaotik yapının önlenmesi ve bütünlük kapsamında sağlıklı gelişimin sürdürülebilirliği için enformasyonun niteliği oldukça önemli hale gelmektedir. Belirli amaç için bir araya getirilen verilerin nesnelliği kitleler için açık ya da gizli hizmetler barındırıyor olsa da öznel bakıştan nesnel boyuta kadar gerçekliğin sunumu ya da aktarımı bulunduğumuz ortamın kültüründen yönetim erkine, sosyal dokusundan ekonomik boyutuna kadar çoklu etkileşim halinde düşüncelerimizi değiştirmekte ve davranışlarımızı etkilemektedir. Gerçekliğin aktarımı bazen duygusal çerçevelemede kaygının ve belirsizliğin arttığı atmosferde varlığını daha etkin koruyabilmektedir. Yeryüzü coğrafyasında tehdit edici olabilen ve fiziksel, sosyal, ekonomik yaşamı birçok açıdan duraksatabilen deprem, sel gibi doğal afetlerden, farklı çıkar gruplarının toplumsal katmanlarda yarattığı çatışmalar, gerilimler, birçok riskin de içerisinde bulunduğu ortamı terk etmek zorunda kalan insanların yaşama tutunmak için mücadelenin çetin yansıması etnik ve kitlesel göç hareketleri, salgınlar, yangınlar ve tanımladığımız ya da tanımlayamadığımız diğer unsurlar insanı, toplumsal yaşamını karmaşıklaştıran travmaya neden olabilmektedir. Söylem tek başına iletilerin hedef ve hizmetine dönük aktarımı değildir. Bazen iktidar ve kurumların bir nevi denetleme, yasaklama, uyarıcı nitelikli işlevlerine göre kullanılabilen, olası sorumluluklardan sıyrılabilme çabasını taşıyabilen güçlü bir araç olarak kullanılabilmektedir. Ülkemizde kısa süreli aralıklarla yaşanan yangınların yarattığı yıkıcı sonuçların etkilerini gündemde tutabilme, toplum yararına çözüm odaklı bütünlükçü farkındalığı geliştirme çabası, aralarında medyanın da yer aldığı çok aktörlü önemli bir sorumluluktur. İletişim araçlarının toplumun farklı kesimlerindeki etkileşimi göz önünde bulundurulduğunda yönetimsel sorumlulukları örtmemek adına bilgi, doğru ve eksiksiz olarak insanların ihtiyaçlarına cevap vermelidir. Bilgi güvenliğinin değeri korunmalıdır. Kutuplaşma barındıran ve problemi daha da karmaşıklaştıran, güvensizlik yaratan söylemler bireylere ve topluma zarar vermektedir. Kamuoyunu etkilemek amacı taşıyan manipülatif söylemler; olayın gerçekleştiği anlık kaotik durum ve zamandan yararlanılarak yaratılan korku, belirsizlik, teyit edilmemiş bilgiler ekseninde inşa edilmektedir. Toplumun duygusal kırılganlık yaşadığı zaman dilimlerinde belirli gruplar hedef alınarak yaşanan olaylar ya örtülmekte ya da sistematik olarak unutturulmaktadır. Bu çarpık mücadelede sosyal platformlar, yazılı basın ve her türlü iletişim biçimleri üzerinden yanlış, taraflı bilgiyle dezenformasyon yaratılarak sorumlulukların üzeri kapatılabilmektedir. Dezenformasyon sade tanımla kitlesel algıyı, kasıtlı olarak belirli amaçlarla, yanlış ve eksik bilgiyle kontrol altına almak, yönlendirmektir. Bu bağlamda üretilen her türlü söylem bulunduğu konum gereği denetleme mekanizması, cezalandırma, ihlalliği ve denetimsizliği örtbas eme, haksızlığı meşrulaştırma çabası ve ehliyeti barındırsa da diğer taraftan toplumun kendine yabancılaşmasına, olumsuz çağrışımlar oluşturabilecek ve sosyal düzenin devamlılığını bozabilecek çaresizlik, öfke, yalnızlık duygularının yoğun yaşandığı süreçlerde kriz ortamlarına da neden olmaktadır. Türkiye’nin farklı illerinde yaşanan son orman yangınları sonrasında yine hepimizi derinden sarsan Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi’nde bir otelde çıkan yangında haber içeriklerinin “ihmal ve denetimsizliği” ön plana çıkarmayacak şekilde aktarımına müdahale edildiği görülmektedir. Haber içeriklerine yönelik gerçeklik algısı, birey odaklı değerleri merkeze alarak ve herhangi bir sansürleme olmadan işleme alınması sorgulayıcı bakışın birincil öncelikleri arasındadır. Yine bu yangında da verilen kayıplar, yaşam hakkı ihlallerinin olması, yangında hızla koordinasyonu sağlayarak müdahaleyi kolaylaştıracak yangın merdivenlerinin işlevsizliği, alarm sistemlerinin asansör mekanizmasıyla koordineli çalışmasını sağlayacak yeterliliğinin olmaması ve buradaki önlemlerin zayıflığı, usulsüzlük, sorumlulukların kurum erklerince tam olarak yerine getirilmemesi toplumun ruhsal ve fiziksel yapısını zarara uğratarak onarılması güç yaraların açılmasına neden olmaktadır. Türkiye’de ve dünyada yaşanan bu toplumsal travmatik olaylar karşısında yerel yönetim birimlerinden ulusal ve bölgesel medyanın tüm organlarına kadar kamuoyunu yanıltmadan, gerçek saptırılmadan, dezenformasyona yer vermeden doğru bilgi güvenilir şekilde paylaşılmalıdır. Toplumsal farkındalığın ve duyarlılığın gelişmesi, korunması için çatışmaya dayalı söylemden uzaklaşarak, toplumun yaralarının sarıldığı ve yalnız bırakılmadığı, güveninin korunduğu çözüm odaklı denetimin hüküm sürdüğü yaklaşımlar çoğaltılmalıdır. Yaşanan yangınların yarattığı travmaların ya da yaralanmaların, kayıpların sıradan bir olay gibi gösterilmemesi, başka ihlallerin oluşmaması ve kamuoyu denetiminin sarsılmaması adına toplumsal bellek canlı tutulmalıdır. Bu süreçte insan hakları konusunda farkındalığın ve duyarlılığın artırılmasına yönelik bilgiler yaygınlaştırılmalı, belirli çıkarlar doğrultusunda gerçeğe ve gerçeğin aktarım şekline müdahale edilmemelidir. Toplum olarak yine ağır bir yara aldık, kayıplar verdik, olayın ardında bıraktığı yansımalar yine can yakıcı oldu. Toplumsal iyileşmenin sağlanması için sorunların her türlü eylem ve tepkisellik ölçeğinde, manipülatif söyleme yer bırakmadan ele alınması; kurum yetkililerinin ve diğer temsili kimliklerin eksikliklerinin belirlenmesi, mağdur kalan bireylerin sosyal bütünlüğünün sağlanması bağlamında tüm rollerin gerçeğe uygun yerine getirilmesi önem taşımaktadır. 
İnsanlar sürekli bir şeyler hissettiklerini söylerler ama bu doğru mudur? İnsanlar gerçekten de bir şeyler hissedebiliyor mu özellikle de günümüzde. Günümüzde ençok konuşulan konulardan bazıları hislerin düzgün yaşanıp yaşanamadığı hakkındadır. Mesela bir anı yad edilirken insanlar bu anıyı anlatır fakat kendisinde nasıl bir his oluşturduğunu unutur veyahut anlatamaz. Bir hatırayı anlatmak dışında da çok şey vardır örnek vermek gerekirse güzel bir anı yaşanıyor fakat o anı yaşanırken ne hissedildiği anlaşılmayor. İnsanlar kendilerinin ve diğer insanların ne hissettiğini unuttular. Anlayamıyorlar. Tüm bunlar neden? Toplum mu köreltti hislerimizi, diziler mi köreltti yoksa yaşanılanlar mı? Her bir gün aynıymış gibi düşünmemizden kaynaklı mı yoksa tüm sebep? Bunu herkes farklı yorumlayabilir. Ben de kendi tarzımda yorumlayacağım.Fikrimce tüm sebep insanların zihni. İnsanların her türlü şeye benzer tepkiler vermeleri onların zihninde bu hissetme özelliğini köreltip azaltmakta. Ya bir an'a fazla odaklanıyorlar ya da hiç odaklanmıyorlar. Ya bir şey yapıyorlar ya da hiç yapmıyorlar. Sadece siyah ve beyaz gibi. Ya hep ya hiç. İnsan beyni farkındalık kazanmadığı sürece bu tarz bir döngüde kalıyor. Döngüler kırılmak için vardır düşüncesindeyim. Fakat sağlıklı ve sağlıksız döngü olarak iki farklı şey vardır. İşe gitmek, okula gitmek, aileyle zaman geçirmek gibi döngüler sağlıklı döngülerdir ama zararlı alışkanlıklar, tartışmalarla dolu ilişkiler, bir arkadaş ile haftanın her gününü ve her saatini geçirmek gibi şeyler sağlıksızdır. Arkadaş ile alakalı olanın sebebi insanların bir süre sonra bunalmasından kaynaklıdır. İnsanlar kolay bunalır ve yorulur. Sevgilisi olan bir insan bile tüm vaktini onunla geçirirse ne kadar seviyor olursa olsun bunalır. Sağlıksızlaşır. Yorucu olur. Bundan kaynaklı insanlar bir şey hissetmediklerini söyler çünkü döngüye takılı kalmışlardır. İnsanların zihninde döngü rahatlatıcı gözükse bile güzel şeyler kısa sürelidir düşüncesiyle ilerlemeliler. Sevdiğin birini mi görmek istiyorsun, uzun süreli olursa bunaltır. Kısa süre o zamanı değerli kılar ve düşününce bile insanlarda bir his doğurur. Kalp ısınması da bir histir mesela. Sevgi gibi. Tüm vaktini kitap okumaya ayıran biri de bunalır. Kitap ile alakasız olan aktivitelerin hasretine düşer. O yüzden bir süre sonra azaltır, azalttığında değerinin farkına varır. Özler, bu özlemek de bir histir. O özlem ile tekrar okumaya başlar. Döngüleri kırmak insanların ruh sağlığı için de bir şeyler hissetmek için de her zaman önemli olmuştur. Önemli olmalıdır demek de doğru kabul edilebilir. Az olsun öz olsun der ebeveynlerimiz. Arkadaşlar için dense bile fikrim doğrultusunda her konuda bu cümle doğrudur. Bir şarkıyı günde yirmi veya otuz kere mi dinliyorsun? Bir hafta sonra o şarkının yüzüne bakmazsın. İnsanlar döngüsel varlıklardır maalesef fakat bu döngüyü kırmak sadece bizlerin elinde. Döngüyü kırıp farkına varmalıyız. En güzel anılar en az yaşanmışlardır. Az yaşanmış olmaları değerini arttırır.
yazar
Dr.Ahmet Güler
Dr. Ahmet Güler
Türk edebiyatının önemli isimlerinden, eski bakan Yılmaz Karakoyunlu’nun ikinci ölüm yıl dönümü dolayısıyla bir anma toplantısı düzenledik. Değerli merhum dostumuzun anma etkinliği, Ulvi Puğ’un moderatörlüğünde gerçekleşti.Toplantının ev sahipliğini Urla Belediye Başkanı Selçuk Balkan yaptı. Etkinliğe, İzmir eski Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, eski Maliye Bakanı Ziya Müezzinoğlu ve eski Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar da katılarak Karakoyunlu ile ilgili anılarını paylaştılar.Panelde, Yılmaz Büyükerşen, Prof. Dr. Suat Çağlayan, İbrahim Yüncü ve Hızır Murtezaoğlu, Karakoyunlu’nun bilinmeyen yönlerini ve birlikte yaşadıkları anıları anlattılar. Konuşmacılar, onun edebi ve siyasi kimliğini, entelektüel birikimini ve insan olarak derinliğini vurgulayan değerli anekdotlar sundular.Yılmaz Karakoyunlu, Türk edebiyatında iz bırakan Salkım Hanımın Taneleri, Üç Aliler Divanı, Güz Sancısı, Çiçekli Mumlar Sokağı, Yorgun Mayıs Kısrakları, Ezan Vakti Beethoven ve Mevsimler Eskidi Biraz gibi önemli eserlerin yazarı olmasının yanı sıra, rubailer yazan, besteler yapan çok yönlü bir sanatçı ve politikacıydı.Anma etkinliği kapsamında, ipek sesli devlet sanatçısı Derya Derin, Karakoyunlu’nun bestelerini ve rubailerini yorumladı. Bu anlamlı dinletiye Ulvi Puğ’un şiirleri eşlik ederek duygu dolu anlar yaşattı. Yıllardır kendi ağzından dinlediğimiz öyküleri bire bir yaşar gibi hissettik.Urla Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleşen etkinlik, Urla Belediyesi’nin desteğiyle düzenlendi ve belediyenin Instagram hesabı üzerinden canlı olarak yayınlandı.Dr. Ahmet Güler
yazar
Onurcan Kurtay
Genel Yayın Yönetmeni
Asgari ücretin 3.toplantısınıda geride bıraktık. Rakam belli mi? Hayır! Ee peki ne konuşuluyor masada? Çaylar içiliyor kuru pastalar yeniyor vatandaşın gazı alınıyor. Toplandık, konuştuk gene bir anlaşmaya varamadık. Neyde? Rakamda? Şartlarda? Neyde?! Milletvekilleri, siyasi parti liderleri, siyasi partilerin gündemi lay lay lom iken vatandaşın gündemi geçim derdi. Asgari ücretin yükseltilmesinin cümlesi bile geldiğinde bütün ürünlere zam yapıldı. Yıllardır zam görmeyen alışveriş poşetleri bile zam göreceği söylendi. Ayakkabıya zam, yiyecek içeceğe zam. Bu kadar zam zam zam. Aldığın ürünler çöp.. Neyse konumuza dönelim. Bütçe görüşmeleri başladı kavgalar edildi, tartışmalar yaşandı. Sonunda bütün bakanlıkların bütçeleri belirlendi.  2025 bütçemiz 14 trilyon 731 milyar Türk Lirası. Bütçenin geliri ise 12 trilyon 800 milyar TL. Neredeyse 2 trilyon TL bütçe açığı şimdiden mevcut. Şimdi bunu kapatmak için ne yapacaklar yada bütçenin daha da büyümemesi için. Söyleyim ya gerek yok heyecana. VERGİ VERGİ VERGİ! Kimden alacaklar. Asgari ücreti 3. Toplantıda belirleyemedikleri bu ücretle çalışmak zorunda bıraktıkları halktan! Türkiye’de asgari ücretle çalışan kesimin ortalama %60’ı bulduğu söyleniyor. Asgari ücretten vergi almıyorlardı dimi. Evet almıyorlar. Ama soluduğun havaya kadar vergi alınıyor. Elektrik 5 bin kw üzeri çarpı 2 olacak. Faturanı fazla fazla ödeyeceksin. Kim kazanacak bundan. Elektrik firmaları. Peki çalışanla? Yok onlar asgari ücrete talim. Yediğine içtiğine kullandığına, kullanmadığına zam ve vergi gelirken maaşının ne kadar olması gerektiğini belirleyemeyen bürokratlar ordusu var başımızda. Gelelim rakamlara..Halkın istediği rakam 30 Bin TL. verirler mi? Hayır tabiki de verirlerse halkın refah gücü artar. Ama enflasyon patlar. İşyerleri kapanmaya başlar. Esnaf çalışanına ödeme yapamaz. Fabrikaların kâr oranları düşer. Vermek istedikleri ne?Çok zor değil 23,500 düşünüyorlar. Asrın liderimizde çıkıp ben halkımı ezdirmem diyecek ve 25,000 TL’ye dümdüz tamamlayacak. Hadi hayırlısı olsun diyecek. İzmir’de 25,000 TL’ye kira yok. Doğru düzgün oturacak ev bulamıyorsunuz. Hadi buldunuz ne yiyip ne içecek faturaları ne ile ödeyeceksiniz? Neyse biz film izlemeye devam. Bütçeden dev payı 5’li çetenin firmaları yap işlet devret modeliyle kazanırken. Bizde yılbaşında çiğdemimizi alır çayımızı içer 2025 yılına umutla bakarız(!)