Belediyelerin Mezarlığına Hoş Geldiniz

İşaret fişeği bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atıldı: "Yeni belediye statüsü." Gözler Ankara'ya çevrildi, kulisler hareketlendi, ardından sızan taslak düzenleme taşları yerinden oynattı.
Artık belediyeler kendi bütçelerine hükmedemeyecek. Mali disiplin bahanesiyle bütçe ve harcama yetkisi valiliğe devrediliyor. Sosyal yardımlar, ki bir belediyenin halka en çok dokunduğu alanlardan biridir, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'na bağlanıyor. Kentsel dönüşüm gibi devasa ve tartışmalı bir alan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın tekeline bırakılıyor. Belediyelerin ihale süreçlerine bakanlık onayı şartı geliyor.
Yani artık bir belediye başkanının, kendi şehrine çivi çakmadan önce Ankara’ya dosya taşıması gerekiyor. Bu ne anlama geliyor? Belediye artık kendi evinin odasına girmek için bile merkezi hükümetten anahtar isteyecek.
Ve geriye ne kalıyor? Temizlik işleri ve park bahçeler. Onu da zaten grev yapmaktan doğru düzgün yapamıyorlar..
Sadece bugünün değil, geçmişin de yükünü taşıyan bir sorudur bu: Merkez, neden yerel yönetimlerden bu kadar korkar?
Çünkü yerel, halktır. Çünkü belediye, vatandaşın kapısını çalabildiği, yardım isteyebildiği, taleplerine yanıt alabileceği en yakın kamu kurumudur. Ve yerel güçlü olduğunda, vatandaş merkezdeki iktidarın değil, yaşadığı kentin yöneticisinin sesine kulak vermeye başlar.
Şimdi yapılmak istenen tam da budur: O sesi kısmak. Belediyeyi halkla bağ kuran değil, merkezden emir alan bir taşraya dönüştürmek.
Bu hamle sadece teknik bir idari düzenleme değil, siyaseten bir mühendislik projesidir. 31 Mart seçimlerinin faturasını sadece CHP’li belediyelere değil, tüm muhalif kent iradelerine kesme operasyonudur.
Sormak gerekir: İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da oy kullanmış milyonlarca yurttaşın iradesi neden sadece çöp konteyneriyle sınırlandırılmak isteniyor?
Oysa gerçek şudur: Belediyeler, merkezi idareden kısılan bütçelere, engellenen projelere, iptal edilen ihalelere, açılan soruşturmalara rağmen ayakta durmaya çalışıyor. Ve halk, yereldeki bu direnç odağını fark ediyor.
Asıl rahatsızlık da buradan doğuyor.
Hatırlayın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri iki kez yapıldı. İkinci seferde halk daha güçlü bir şekilde iradesini ortaya koydu. Bugün yapılmak istenen şey, o iradenin fiilen boşa çıkarılmasıdır.
Bu düzenleme yasalaşırsa, seçilmiş belediye başkanları sadece protokol figüranına dönüşecek. Ve halk, sandıkta yetki verdiği yöneticiyi izleme koltuğuna oturmuş seyirciye dönüşecek.
Peki bu bir demokrasi midir?
Bu ülke, yerelden genele büyümeyi başarmış onlarca başarı öyküsüne tanıklık etti. Ancak şimdi o öyküler sansürlenmek isteniyor.
Belediyelerin yetkilerini tırpanlamak, halkın nefes borusunu kesmektir. Bu hamle, iktidarın seçimle alamadığını masa başında gasp etme girişimidir.
Ve bu yazının sonunda bir çağrı var:
Vatandaş, yalnızca oy kullanarak değil, yönetime katılarak da var olur. Şimdi bu katılım hakkına sahip çıkma zamanıdır.
Çünkü eğer bu düzenleme geçerse, bir sonraki seçimde belediyeye değil, sadece “çöp şefi” seçeceğiz. Ve belki de o bile Ankara’dan atanacak.