Her Şeye Geç Mi Kalıyoruz?

Bazen hayatta öyle anlar gelir ki, sanki her şeyin gerisindeymişiz gibi hissederiz. İleriye adım atmaya cesaret edemediğimiz, geçmişi telafi etmenin imkansız olduğuna inandığımız bir noktaya varırız. Zamanı geriye almak ya da geçmişin fırsatlarını yeniden yakalamak imkansızdır. Ve bu düşünce, içimize ağır bir yüke dönüşür: Her şeye geç kalmışlık hissi. O an, sanki hayatı bir tren gibi izlerken, trene binmek için çok geç kalmışızdır. Fakat aslında bu düşünce, zamanla insanın iç dünyasında şekillenen bir tuzaktır. Geç kaldığını hisseden insan, ne geçmişi doğru şekilde anlamaya çabalar ne de geleceğe dair umut taşıyacak bir adım atar. Bu, sadece bir zihinsel hal değil, aynı zamanda yaşamın hızla geçip gittiği düşüncesine bağlanan bir içsel kaostur.
Her şeyin geç kaldığına dair duygu, aslında çoğu zaman toplumun ve çevremizin bir yansımasıdır. Çevremizde başarılarıyla öne çıkan insanlar, erken yaşta belirli hedeflere ulaşanlar, hayatını “doğru şekilde” yaşayanlar, bir anlamda bizim zaman çizelgemize uymayan kişiler haline gelir. Onları gördükçe, kendi yolumuzu geç başladığımızı, yeterince hızlı gitmediğimizi düşündüğümüz bir yarış olarak algılarız. Ancak bu yarış, gerçekte kimin daha hızlı olduğuna dair bir test değildir. Çünkü hayatın yolculuğu, kimsenin elinde olmayan bir hızda ilerler. Birçok insan, kendi zamanını, başkalarının ilerleyişiyle ölçer. Oysa her bireyin gelişimi farklı bir hızda olur ve her anı, ne kadar geç kalınmış olursa olsun, hala anlamlı kılabilir.
Geç kalmışlık hissi, genellikle bir noktada başlamamış olmanın getirdiği bir yükten doğar. Bir hayali gerçekleştirmeye karar vermek, bir ilişkiyi tam anlamıyla başlatmak ya da bir değişim yapmak için doğru zamanı beklemek, bir noktadan sonra doğru zamanın hiç gelmeyeceği düşüncesini yaratır. Bazen bu, bir tür korku halini alır; bir şeylere başlamak, yanlış bir şey yapma veya başarısız olma korkusuyla engellenir. Bu da insanı hareketsizleştirir. Kendini yanlış bir yerde, yanlış bir zamanda gibi hisseder ve geçmişin kayıpları geleceğe dair umutlarını siler. Oysa her yeni gün, geçmişi geride bırakıp kendini yeniden tanımlamak için bir fırsattır. Her şeyin geç kalınmış olduğunu düşünmek, bir bakıma yaşamı sabote etmekten başka bir şey değildir.
Geç kalmışlık hissi, sadece bir zaman algısı değildir; aynı zamanda bir değer algısının da sorgulanmasıdır. İnsanlar kendilerini zamanla yarıştırırken, yaşamın anlamını ve değerini de unutur. Başarının, mutluluğun veya içsel huzurun bir zaman çizelgesine bağlanması, bu değerlerin doğasını değiştirir. Çünkü her şeyin bir zamanı olduğuna inanmak, çoğu zaman en kıymetli anların geçip gitmesine neden olur. Oysa hayat, her anıyla değerlidir. Zamanın geçmesi, onu iyi ya da kötü kullanıp kullanmamanın bizim elimizde olduğu gerçeğini değiştirmez. Her yeni gün, kendi anlamını yaratma fırsatıdır. Geç kaldığını düşünen bir insan, ne geçmişin ne de geleceğin değerini tam anlamıyla kavrayabilir. Bu da onun ruhsal olarak eksik kalmasına, sürekli olarak bir şeyleri kaçırdığı hissiyle yaşamasına yol açar.
Bir başka önemli nokta ise, bu geç kalmışlık hissinin genellikle başkalarının beklentileriyle şekillenmesidir. Toplumda “doğru zaman” gibi bir kavram yoktur; herkesin hayatı farklı bir döngüde işler. Ama sosyal medya, aile baskısı ve arkadaş çevresi bazen insanı kendi yaşamını başkalarının hayatına göre değerlendirmeye iter. 30 yaşına gelmiş birinin hala evlenmemiş, bir kariyer planı yapmamış ya da belirli bir başarıyı elde etmemiş olmasını, o kişi kendi içine sindiremez. Çünkü başkaları bir şekilde ona, zamanında başarmış olmanın, bir düzene kavuşmuş olmanın daha değerli olduğunu ima eder. Ancak hayat, böyle dışsal doğrulamalarla ölçülmez. Geç kalmışlık hissi, yalnızca insanın kendisine ve içsel yolculuğuna dair farkındalığını zayıflatır. Her insanın kendi hikayesi vardır ve her hikaye, başlama zamanının kendi içinde anlamlı olduğunu ortaya koyar.
İçsel olarak geç kalmışlık hissinden kurtulmak, ilk adımda farkındalık gerektirir. Geçmişteki hatalardan, kaçırılan fırsatlardan ya da yaşanmamış anlardan duyulan pişmanlık, ancak kabul ve kabullenme yoluyla geride bırakılabilir. Çünkü her an, yeni bir başlangıç yapmak için bir fırsat taşır. Kendi yolunda ilerlemek, başkalarının zaman dilimlerine göre değil, kendi iç sesine göre adım atmak demektir. Geçmişi dönüştürme ya da geleceği şekillendirme gücü de bu farkındalıktan gelir. Her şeyin geç kalmış olduğunu hissetmek, yalnızca bir yanılsamadır. Gerçek, her an yeniden başlayabilme cesaretine sahip olduğumuzdur. Geç kalmış olmak, sadece geçmişin izlerinin bugüne yansımasıdır. Oysa bu izler, geçmişi yeniden şekillendirmemize engel olamaz.
Nasıl olursa olsun eninde sonunda geç kalmışlık hissi, sadece bir düşüncedir. Zamanın kaybolmuş olduğunu, yaşananların bir hata olduğunu düşünmek, insanı sadece daha fazla yorar. Oysa her yeni adım, bir başlangıçtır. Hayatın gerçek anlamı, zamanı nasıl kullandığımıza ve her yeni anı nasıl değerlendirip, içsel huzurumuzu nasıl bulduğumuza bağlıdır. Geç kalmışlık, bir mazeret olmaktan çıkar, yeni bir yolculuğun kapısını aralar. Hayat, her zaman yeniden başlamak için fırsatlar sunar. Ve belki de, geç kalmış olduğunu düşündüğümüz her şey, aslında doğru zamanın şimdi olduğunun bir hatırlatmasıdır.