Gülmüyor, Alışıyoruz

Eskiden bir şeye gülmek, onun bizi gerçekten güldürecek bir yanının olması anlamına gelirdi. Zeka, gözlem yeteneği ve ince dokundurmalarla bezenmiş espriler hem düşündürür hem de güldürürdü. Ama şimdi ekranlarımıza düşen içeriklere baktığımızda “komik” etiketiyle servis edilenlerin çoğunun aslında sadece bir tür “tepkisizlik” gösterisi olduğunu fark ediyoruz. Mizah değişti, ama bu değişim iyi yönde mi, yoksa sadece hızla tükenen duygusal reflekslerimizin bir sonucu mu, işte orası tartışmaya açık.
Yeni nesil mizah dediğimizde akla ilk gelen şeylerden biri sosyal medya üzerinden yayılan kısa videolar, tweet’ler ve TikTok akımları. Komik olmak için herhangi bir bağlam, altyapı ya da anlam gerekmiyor artık. Bazen sadece absürt bir hareket, bazen anlamsızca bağırmak, bazen de tamamen duyarsız bir yaklaşım “mizah” olarak sunuluyor. Eski usul esprilerin, karakter komedilerinin, ince alayların yerini, hızla tüketilen ve çoğu zaman düşündürmek bir yana dursun, anlam taşımayan görseller aldı. Peki bu, gerçekten bir evrim mi? Yoksa gülmeye olan ihtiyacımızın giderek yüzeyselleşmesinin bir sonucu mu?
Mizah, tarih boyunca bir toplumun ruh hâlini, sosyal yapısını ve gündeme bakışını en iyi yansıtan alanlardan biri olmuştur. Dolayısıyla yeni nesil mizahın şekli, aslında bugünün genç kuşaklarının neyle nasıl başa çıktığını da gözler önüne seriyor. Her şeyin çok hızlı yaşandığı, ekonomik ve sosyal baskının yoğun hissedildiği, gelecek kaygısının çocukluk yaşlarına kadar indiği bir dünyada gençler, kendilerini ifade etmenin yollarını da dönüştürdüler. Bu dönüşümün en dikkat çekici çıktılarından biri de, duyguyu bastırıp, hissetmemeyi normalleştiren bir mizah anlayışı oldu. Kısaca, ağlanacak hâle gülme hâli. Fakat burada önemli bir ayrım var: Bu gerçekten komik olduğu için mi gülüyoruz, yoksa artık hiçbir şeye tepki veremediğimiz için mi?
Tepkisizlik, çağımızın en yaygın savunma mekanizması hâline geldi. Ne zaman gerçeklerle yüzleşmek acı verirse, onunla ilgili “komik” içerikler üretiliyor. Deprem, pandemi, savaş, zamlar, ayrımcılık... Bunların hepsi, birkaç saat içinde viral olacak şekilde mizah malzemesine dönüştürülebiliyor. Bu tavır bir yandan özgürleştirici görünüyor. Korkmadan her şeyin mizahını yapabiliyor olmak, ifade özgürlüğünün bir işareti gibi algılanabiliyor. Ama diğer yandan, bu kadar fazla içerik üretimi arasında neyin gerçekten komik, neyin sadece hissizleşmenin ürünü olduğunu ayırt etmek neredeyse imkânsız hale geliyor.
Yeni nesil mizah, duygudan çok tepki üretmeye odaklanıyor. Beğeniler, yorumlar, paylaşım sayıları... Bir içeriğin başarılı sayılması için artık bir insanı güldürmesi değil, dijital olarak yankı bulması yeterli. Bu da espri anlayışını daha az içerikli, daha az düşünülmüş ama daha fazla “trend” odaklı hale getiriyor. Zeka yerine sansasyon, ironi yerine şaşkınlık ön plana çıkıyor. Hal böyle olunca da gerçekten zeka ürünü espriler ya gözden kaçıyor ya da “fazla ciddi” bulunup görmezden geliniyor.
Tüm bu tablo içinde mizahın değersizleştiğini söylemek haksızlık olur. Ama mizah anlayışımızın dönüşmekte olduğu açık. Belki de mesele, “komik olan nedir?” sorusunu yeniden düşünmekte. Herkesin her şeye alıştığı bir çağda, şaşırmak bile lüks sayılıyor. Belki de yeni nesil mizah, bir şeyleri gerçekten komik bulduğumuz için değil, başka türlü hissedemediğimiz için hayatımızda bu kadar yer kaplıyor. Mizah artık sadece gülme ihtiyacımızı değil, çaresizliğimizi de temsil ediyor.