İmamoğlu Enflasyonu


19 Mart sabahı gözaltına alınıp ardından tutuklanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye siyasetine etkileri henüz tartışılırken, yaşananların ekonomik yansıması da gün yüzüne çıkmaya başladı. Türkiye ekonomisi, çok değil birkaç yıl önce içine girdiği darboğazdan çıkamamışken, şimdi de “İmamoğlu enflasyonu” olarak adlandırılan yeni bir dönemin kapılarını araladı.
İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanıp Marmara Cezaevi’ne gönderilmesi, sadece siyasi bir hamle olarak görülmüyor. Ekonomi yönetiminin yaşanan krizi dengelemek için Merkez Bankası rezervlerinden milyarlarca doları piyasaya sürdüğü iddia ediliyor. Üstelik bu müdahaleler, vatandaşın cüzdanına hiçbir fayda sağlamadığı gibi, tam tersine zam yağmurunu beraberinde getiriyor.
Vatandaş henüz geçen yıl 8 liraya aldığı domatesin kilosunu bu yıl 20 liradan alırken, raflardaki fiyat etiketleri neredeyse haftalık değişiyor. Maaşlar ise yerinde sayıyor. TÜİK’in açıkladığı %68’lik yıllık enflasyon oranı, sokaktaki gerçeği yansıtmıyor. Emekliden asgari ücretliye, öğrenciden memura kadar herkes “gizli zamlar” ve “görünmeyen vergilerle” mücadele ediyor.
Asgari ücretin 22 bin TL seviyelerinde dolaştığı, dört kişilik bir ailenin temel yaşam maliyetinin ise 40 bin TL’ye dayandığı bir ülkede, geçim artık istatistik değil, bir travma haline geldi. Emekliler için kırmızı et yalnızca nostaljik bir anı. Üniversite öğrencileri sabah kahvaltısı yerine aç kalmayı tercih ediyor. Gıda fiyatlarındaki kontrolsüz artış, toplumsal tabanlı bir geçim krizine evrilmiş durumda.
Vatandaş artık sabır değil, çözüm bekliyor. Fakat iktidarın dili “sabredin”den öteye geçemiyor. Yapısal reform söylemleri ise halkın sofrasına değil, televizyon ekranlarındaki grafiklere yansıyor.
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla ilgili iddianameler, kamuoyunda ciddi soru işaretleri doğurdu. Hukukçuların büyük bölümü dosyalardaki tutarsızlıklara dikkat çekerken, bu davanın siyaseten bir rakip eleme operasyonu olduğuna dair görüşler anket sonuçlarında da yankı buluyor. Sağcı-solcu ayrımı olmaksızın birçok yurttaş, İmamoğlu’nun siyasi bir tutuklu olduğu fikrinde birleşiyor.
Üstelik bu atmosferde Merkez Bankası da faiz politikasında rotasını değiştirmek zorunda kaldı. 13 ay önce %42 seviyesinde olan politika faizi, tutuklama sonrası yeniden %46’ya çıkarıldı. Çünkü rezervler hızla tükeniyor, dolar baskılanamıyor, ekonomi yönetimi ise günü kurtarmaya çalışıyor.
“Adaletin olmadığı yerde ekonomi ayakta durmaz” sözünü artık sadece kitaplarda değil, manav reyonlarında da görüyoruz. Benzine, doğalgaza, elektriğe yapılan zamlar neredeyse günlük hale geldi. “Suya sabuna dokunmayalım” diyen yurttaşlar bile artık suya sabuna yapılan zamların doğrudan etkisini yaşıyor.
Bir yanda Ümit Özdağ’ın henüz yeni hazırlanan iddianamesiyle ilgili süreç yavaş ilerlerken, diğer yanda İmamoğlu’nun soruşturmalarında jet hızında verilen kararlar dikkat çekiyor. Hatay’da deprem sonrası rezerv alan ilan edilip halkın elinden tapular alınırken, İBB soruşturmasıyla bazı şirketlere kayyım atamaları konuşuluyor.
Güvensizlik her geçen gün artıyor. Evlerimiz, arabalarımız, diplomalarımız… Artık hiçbir şeyin “tapulu mülkiyeti” kalmamış gibi hissediliyor. Devletin, tek bir kararla vatandaşın emeğine, malına, geleceğine el koyabileceği bir sistemde yaşadığımız kanaati yaygınlaşıyor.
Ekonomik kriz, sadece kuru istatistiklerle açıklanabilecek bir tablo olmaktan çıktı. Artık bu bir psikolojik yıkım, bir güven kaybı. Tencere kaynamıyor; dolayısıyla hiçbir siyaset kazanamıyor. Ülkece içinde bulunduğumuz çıkmaz, yalnızca ekonomiyle ya da hukukla sınırlı değil; toplumsal bir huzursuzluk, büyüyen bir kırılma noktası.
Ah ülkem ah…
Bir zamanlar umutla dolu caddelerinde şimdi sessizlik var. Konuşan tek şey: etiketler ve boş cüzdanlar.