İzmir, sadece bugünkü modern yapısıyla değil, binlerce yıllık köklü geçmişiyle de büyüleyen bir şehir. Şehrin merkezinden çok uzaklaşmadan, tek bir gün içinde 8.500 yıllık bir tarih yolculuğuna çıkmak mümkün. Neolitik Çağ'dan günümüz Türkiye Cumhuriyeti'ne uzanan bu kronolojik rota, İzmir'in katmanlı tarihini gözler önüne seriyor.

Mütevazı Bir Başlangıç: Yeşilova Höyüğü (MÖ 6.500)
İzmir'in şehirleşme serüveni, günümüz Bornova sınırları içinde yer alan Yeşilova Höyüğü'nde, MÖ 6.500 yıl önce Neolitik Çağ'da başladı. Bu dönemde insanlar avcı-toplayıcı düzenden yerleşik hayata geçmiş, hayvanları evcilleştirmiş ve tarımsal faaliyetlere başlamıştır. İzmir'in ilk sakinleri, deniz ürünlerine düşkünlükleriyle bilinirken, etrafı dağlarla çevrili bereketli bir ovada, taş, kerpiç ve çamurla inşa ettikleri küçük oval ve dikdörtgen yapılarda hayatlarını sürdürüyorlardı. Bu yapılar, yazları serin, kışları ılık kalabilen, doğayla uyumlu mimari örneklerdi. Arkeolojik bulgular, günlük hayatta dokumacılık, taşçılık ve çömlekçilikle olan yakın ilişkilerini göstermektedir. Hatta bazı çömlek parçalarında Anadolu leoparı motiflerine rastlanmış, bu da leoparın kutsal bir hayvan olarak nitelendirildiğini düşündürmektedir.
Bornova ilçesinde yer alan ödüllü mimariye sahip Yeşilova Ziyaretçi Merkezi’nde, İzmir’in ilk sakinlerinin yaşamlarını öğrenmek ve arkeolojik kazılarda gün yüzüne çıkan buluntuları gözlemlemek mümkündür. Neolitik Çağ köyü canlandırması, ziyaretçilere zamanda yolculuk hissi sunar.
Efsanelerin ve Mitlerin Şehri: Eski Smyrna (MÖ 3.000 - MÖ 4. Yüzyıl)
Kökleri Tunç Çağı'na (MÖ 3.000) kadar dayanan Eski Smyrna, demir çağında serpilen ve arkaik çağın ilk yarısında en iyi günlerini yaşayan bir şehirdir. MÖ 10. yüzyılda Antik Yunan göçleriyle şekillenmeye başlayan Eski Smyrna, Aeoller tarafından kurulmuş ve Ege'nin önemli bir merkezi haline gelmiştir. Yamanlar Dağı'nın eteklerinde Ege Denizi'ne açılan ideal konumu sayesinde şehir, kısa sürede ticaretini geliştirmiş ve Athena Tapınağı gibi anıtsal yapılar inşa edebilmiştir.
Şehrin adının cesur bir Amazon savaşçısı veya mitolojik figür Adonis'in annesi Myrrha'dan esinlenerek konulduğuna dair efsaneler mevcuttur. Eski Smyrna, Batı edebiyatının ilk büyük eserleri olan İlyada ve Odysseia destanlarının yazarı Homeros'un evi olma konusunda en güçlü aday olarak öne çıkmaktadır.
Helenistik ve Roma Dönemi Sentezi: Smyrna (MÖ 4. Yüzyıl - İ.S. 476)
Lidyalılar ve Persler tarafından kuşatılıp hasar gören Eski Smyrna'nın altın çağı MÖ 4. yüzyılda sona ermişti. Şehrin kaderi, MÖ 333'te şehre ulaşan Büyük İskender tarafından değiştirildi. Efsaneye göre İskender, Pagos (Kadifekale) Dağı'nın eteklerinde, tüm körfeze hakim bir noktada yeni Smyrna'nın kurulmasını emretti. Bu yeni kent, doğal limanı sayesinde ticaretle yeniden canlandı.
MÖ 2. yüzyılda, Hellenistik Pergamon Krallığı'nın bir parçası olan Smyrna, son kral III. Attalos tarafından Roma Cumhuriyeti’ne bırakıldı ve Batı Anadolu'nun tamamı Asya Eyaleti olarak adlandırıldı. Romalıların inşa etme becerileri ve Helenistik dönemin mimarisiyle birleşince ortaya etkileyici bir şehir çıktı. Yunan coğrafyacı Strabon, Smyrna'yı eserinde "şehirlerin en güzeli" olarak tarif etmiştir. Şehir, Roma İmparatorları'nın özel ilgisine mazhar olmuş ve iki defa "neokoros" unvanına layık görülmüştür. M.S. 395'te Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılmasıyla İzmir, Doğu Roma (Bizans) toprakları içinde yer almış ve önemli bir ticaret kenti olarak varlığını sürdürmüştür.
Evrensel Şehir İzmir: Osmanlı'dan Cumhuriyete
608'deki Sasaniler'in saldırıları ve 637'den itibaren Arap akınları, İzmir'in tarihinde çalkantılı dönemlere yol açmıştır. XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kent, Doğu Roma ile Türkler arasında birkaç kez el değiştirmiştir. 1076'da İzmir, ilk kez kısa süreli Türk egemenliğini tanımış, bu dönemi büyük Türk denizcisi Çaka Bey'in egemenliği izlemiştir. Ancak ilk Haçlı Seferi'nin ardından Bizans'a geçen kent, 1317'ye kadar bu konumunu korumuştur.
XIV. yüzyılda Cenevizliler ve Venedikliler, İzmir'de ticari açıdan etkili olmuşlardır. 1317'de Türkmen Beyi Aydınoğlu Umur Bey'in denetimine giren İzmir, 1344'te bir Haçlı seferiyle Liman Kalesi'nin Latinlerin eline geçmesi ve Kadifekale'nin Türklerde kalmasıyla "Türk İzmir" ve "Hristiyan İzmir" olmak üzere ikiye bölünmüştür. XV. yüzyılın başında Timur'un seferiyle Liman Kale yıkılmış ve İzmir, Aydınoğlu Beyliği'ne verilmiştir. 1426'da Osmanlılar, Aydınoğlu Beyliği'ne son vererek İzmir'i egemenlikleri altına almış ve kentin yönetsel belirsizliği sona ermiştir. Osmanlı Barışıyla birlikte nüfusu artmaya başlayan İzmir, ticaret merkezi olarak yükselişe geçmiştir.
XIX. yüzyıla girilmesiyle, İzmir'in tarihinde çok önemli dönüşümler yaşanmaya başlamıştır. 1838'deki Osmanlı-İngiliz serbest ticaret antlaşması, İzmir'i Batılı devletlerle ticari hacmini artırarak büyük bir gelişim içine sokmuştur.
I. Dünya Savaşı'nın kaybedilmesiyle 15 Mayıs 1919'da İzmir ve Ege Bölgesi Yunan işgali altına girmiş, bu durum Türk ulusal direniş hareketini başlatmıştır. Gazeteci Hasan Tahsin tarafından atılan ilk kurşun, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcını simgelemiştir. İzmir'in 9 Eylül 1922'de Türk Ordusu tarafından kurtarılmasıyla Yunan işgali sona ermiş, ancak 13 Eylül sabahı başlayan büyük İzmir yangını, şehrin büyük bir bölümünü yok etmiştir. Bu büyük felaketin ardından İzmir, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla "Zümrüdü Anka" kuşu gibi küllerinden yeniden doğmuştur.
Bugün tarihi İzmir olarak adlandırılan Kemeraltı, Kadifekale ve Basmane bölgeleri, şehrin liman kenti olma niteliğini kazandığı özgün bir konuma sahiptir.
İzmir, bu zengin tarihi ve kültürel dokusuyla, bir uygarlık beşiği, bir kültür deryası ve doğal bir miras cenneti olarak dünya sahnesindeki yerini koruyor.