Zihnin İklimi: İyimserlik mi, Kötümserlik mi?

İnsan hayata hangi pencereden bakarsa, gördüğü manzara da ona göre şekillenir. Kimi yağmurlu bir günde kararan gökyüzünü dert edinir, kimi toprağın suya kavuşmasını kutlar. Aynı olay, iki farklı insanın zihninde tamamen zıt duygular yaratabilir. İşte bu noktada iyimserlik ve kötümserlik dediğimiz iki temel yaklaşım devreye girer. Bunlar yalnızca ruh halleri değil, aynı zamanda hayatla kurulan ilişkinin temel taşlarıdır. Bazıları her yeni günün içinde bir ihtimal görürken, bazıları o ihtimali boşa çıkacak bir hayal olarak tanımlar. Biri “ya olursa” diye umutla düşünürken, diğeri “nasıl olsa olmaz”la kendi yolunu kapatır.
İyimserlik çoğu zaman naiflikle, gerçeklerden kopmakla suçlanır. Ancak iyimser olmak, olup biteni görmezden gelmek değildir. Aksine, zorluklara rağmen içinde bir çözüm, bir anlam, bir çıkış aramaktır. Kötümserlik ise genellikle daha zeki, daha derin düşünen insanların tutumu gibi sunulur. Oysa her olasılığın olumsuz yanını görmek, zekâdan çok alışkanlıkla ilgilidir. Bazıları için karamsarlık, bir tür savunma mekanizmasına dönüşür. Umut etmenin getireceği hayal kırıklığından kaçmak için, baştan kötüye hazırlıklı olmayı seçerler. Böylece olası bir hayal kırıklığında “zaten biliyordum” deme rahatlığına sığınırlar. Ancak bu tutum, insanı içten içe çürütür; yaşam enerjisini ve deneme cesaretini alıp götürür.
Hayat iniş çıkışlarla doludur ve kimse sadece mutlu ya da sadece mutsuz olamaz. Bu yüzden iyimserlik, sonsuz bir neşe hali değil, şartlar ne olursa olsun yola devam etme iradesidir. Yaşanan kötü olayları inkâr etmeden, onların içinde bile bir ışık arayabilmektir. Bu, bazen küçük bir detaya tutunmak, bazen en kötü ihtimalde bile öğrenilecek bir şey bulmaktır. Kötümserlik ise çoğu zaman felç edicidir. İnsan, karşısına çıkan her zorluğu bir tehdit olarak gördüğünde, yaşamayı bırakmasa da yaşama sevincini kaybeder. Oysa yaşam, yalnızca nefes almak değildir; geleceğe dair bir umut taşıyabildiğimiz ölçüde canlı kalırız.
İyimserlik kolay değildir. Hayal kırıklığı yaşamış, defalarca tökezlemiş birinin yeniden umutlanması çaba ister. Ama asıl güç de buradadır. Yıkılmamak değil, yıkılsan bile kalkmayı istemektir mesele. Kötümserliğe teslim olmak ise çoğu zaman daha az enerji gerektirir; çünkü kaybetme riskini ortadan kaldırır. Ne kadar çok kötüyü beklersen, sonunda gerçekleştiğinde seni şaşırtmaz. Ancak bu tutum, yaşamı önceden yenilmiş bir maç gibi görmek demektir. Bu yüzden kötümserlik bir bakıma güvenli ama dar bir hapishanedir; seni korur ama aynı zamanda sınırlar.
İyimser insanlar daha çok yanılır belki ama aynı zamanda daha çok yaşar. Denemeye, sevmeye, risk almaya daha açıktırlar. Her yenilgiyi nihai son değil, geçici bir durak olarak görürler. Bu bakış açısı onlara zamanla bir tür direnç kazandırır. Kötümserler ise çoğu zaman yanılmayı göze almadıkları için hayattan eksik yaşarlar. Çünkü risk almadan kazanmak, umut etmeden başarmak, sevinmeden mutlu olmak mümkün değildir. Üstelik kötümserliğin bulaşıcı bir yanı da vardır; çevresini etkiler, ilişkileri yorar, ortamları ağırlaştırır. Oysa bir iyimserin varlığı bile çoğu zaman insanlara iyi gelir; çünkü umut, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir ihtiyaçtır.
Elbette iyimserlik de ölçüsüz olduğunda zararlı olabilir. Gerçekleri görmezden gelen, her şeyin düzeleceğine körü körüne inanan bir iyimserlik, hayal kırıklığına davetiye çıkarır. Ama kötümserliğin ölçülü hali bile, çoğu zaman insanı duraklatır. Hayatta ilerlemek, kendine bir yol açmak isteyenler için iyimserliğin sağlıklı bir dozda hayatın merkezinde olması gerekir. Çünkü geleceğe güvenmeden plan yapmak, hiçbir yere varmayan bir yolculuğa çıkmak gibidir.