Çocuk Gelişiyor Ama Kiminle?

Günümüzde çocuk yetiştirme anlayışı, farkında olunmadan köklü bir değişimden geçiyor. Eskiden çocuk gelişimi dendiğinde ilk akla gelen unsur “ebeveynlik”ti; çocuğun fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişiminde anne-babanın yönlendirici ve koruyucu rolü tartışmasızdı. Ancak son yıllarda gözle görülür şekilde, ebeveynliğin çocuk gelişimi üzerindeki ağırlığı azalmaya, yerini daha dışsal, sistematik ya da teknoloji odaklı unsurlara bırakmaya başladı. Bu durum birçok açıdan hem düşündürücü hem de tartışmaya açık bir hale geldi. Peki, nasıl oldu da çocuk gelişimi artık daha az ebeveynlik içeriyor? Ve bu değişimin bize, çocuklara ve toplumun geleceğine etkisi nedir?
Öncelikle, çağımızın hızlı yaşam temposu ve değişen toplumsal dinamikleri, ebeveynlerin çocuklarıyla geçirdiği zamanı ciddi ölçüde azaltmış durumda. Özellikle büyük şehirlerde çalışan anne-babalar için çocuklarıyla birebir kaliteli zaman geçirmek neredeyse bir lüks haline geldi. Bu koşullarda, çocuğun ihtiyaç duyduğu rehberlik, sevgi ve güven ortamı aileden ziyade okul öncesi kurumlara, ekranlara, dijital içeriklere veya ücretli uzmanlara teslim ediliyor. Örneğin, bir çocuğun davranışsal bir sorun yaşaması durumunda artık ilk müdahale çoğu zaman ebeveynlerden değil, pedagoglardan ya da gelişim uzmanlarından bekleniyor. Ebeveynler, kendi içgüdülerinden çok uzman görüşlerine, sosyal medya tavsiyelerine ya da algoritmaların önerdiği uygulamalara güvenmeye başladı. Bu da doğal olarak ebeveynliğin merkezden çevreye doğru itilmesine yol açıyor.
Bununla birlikte, teknoloji de bu dönüşümde belirleyici bir rol üstleniyor. Dijital cihazlar artık çocukların hem oyun arkadaşı, hem öğretmeni, hem de sakinleştirici unsuru haline gelmiş durumda. Tabletler ve akıllı telefonlar sadece eğlence değil, aynı zamanda eğitim aracı olarak da sunuluyor. Bazı ebeveynler, çocuklarının gelişimini desteklediğini düşündükleri uygulamalarla görevlerini yerine getirdiklerine inanıyor. Oysa bu dijital çözümler, çocuğun en temel ihtiyacı olan duygusal bağlanma, yüz yüze iletişim ve güven hissini çoğu zaman sağlayamıyor. Sonuç olarak çocuk, dış dünyayla kurduğu ilişkilerde daha bağımsız ama daha yalnız bir hale geliyor.
Bireyselleşmenin yüceltildiği modern dünyada, çocuklar da çok erken yaşlarda kendi başlarına bir şeyler yapmaya, kendi kararlarını almaya yönlendiriliyor. Bu durum dışarıdan bakıldığında özgüveni destekleyen bir yaklaşım gibi görünse de, aslında çocukların yaşlarına uygun olmayan bir sorumluluk yüklenmesine neden olabiliyor. “Karar senin, nasıl istersen öyle yap” anlayışı, sınır koymaktan çekinen, çatışmadan kaçan ebeveyn tutumuyla birleştiğinde, çocuklar güvenli bir rehberlikten yoksun büyüyor. Halbuki sağlıklı gelişim için çocukların, sevgiyle yönlendiren, sabırla açıklayan ve gerektiğinde sınır çizen bir yetişkine ihtiyaçları var. Bu yetişkinin yerini hiçbir uygulama, hiçbir algoritma ya da hiçbir sistem tam olarak dolduramaz.
Eğitim sistemlerinin de ebeveyn rolünün azalmasında etkisi göz ardı edilemez. Çocuğun okul öncesinden itibaren akademik başarıya odaklanması ve bu sürecin tüm sorumluluğunun kurumsal yapılar tarafından üstlenilmesi, ailelerin gelişimdeki etkisini geri planda bırakıyor. Aileyle birlikte geçirilen anlar, çocukların duygusal dünyalarının şekillendiği, değer yargılarının oturduğu ve kimliklerinin inşa edildiği zamanlardır. Ancak bu alan artık giderek daralıyor. Çocuklar günün büyük bir kısmını okulda, etkinliklerde ya da ekran başında geçirirken, anne-babalar iş yükü ve geçim derdi arasında sıkışıp kalıyor. Bu da ebeveynliğin "duygu aktaran", "rehberlik eden" değil, yalnızca “idare eden” bir konuma düşmesine neden oluyor.
Tüm bu değişimlerin sonucunda, çocuk gelişimi daha teknik, daha profesyonel ama bir o kadar da duygudan ve bağdan uzak bir yöne kayıyor. Evet, artık çocuklar daha erken yaşta bilgiye ulaşabiliyor, daha hızlı öğreniyor ve çok yönlü beceriler kazanıyor olabilir. Ancak gelişimin duygusal ve sosyal boyutunda ciddi bir eksiklik hissediliyor. Bağ kuramayan, empati yoksunu, sabırsız ya da yalnız hisseden bireylerin artması, bu yeni modelin ne kadar sürdürülebilir olduğu sorusunu da beraberinde getiriyor.