İzmir Yanar da Biz Nereye Bakarız?

Yine alevler sardı İzmir’in dağlarını, ovalarını, köylerini... Kıyamet gibi görüntüler geliyor ekranlara. Evini barkını bırakıp kaçan insanlar, gözyaşına boğulmuş çiftçiler, elinde kazma kürekle yangına koşan köylüler… Her yaz yaşanıyor bu kabus, ama her yaz daha da büyüyerek geliyor. Peki neden?
İzmir deyince akla sadece deniz, güneş ve boyoz gelmiyor artık. Ne yazık ki bir de "yanan orman" geliyor. Hele şu son günlerde… Ödemiş’ten Buca’ya, Çeşme’den Menderes’e kadar birçok ilçe adeta alevlerle kuşatılmış durumda. Gece gündüz demeden yanıyor ormanlarımız. Ve biz hâlâ “uçak nerede, helikopter nerede” diye birbirimize bakıyoruz. Bir şehir yanarken gökyüzünde sessizlik varsa, orada bir şeyler eksiktir.
Sormadan edemiyorum: Yangın sezonuna girerken neden hâlâ hazırlıksız yakalanıyoruz? Hani geçen seneki yangınlardan ders almıştık? Hani uçaklar, yeni filolar? Şimdi yine aynı senaryo, sadece tarihler değişik. Yangınlar başlıyor, ekipler yetersiz kalıyor, halk panik içinde, yöneticiler ekranlara çıkıp "kontrol altına alındı" diyor… Ama orman kül olmuş, evler boşaltılmış, hayvanlar telef olmuş, geçmiş olsun!
Bakın, bu mesele siyaset üstü bir şey. Ağaç yanınca partisi olmaz, yanan çam ağacının dallarında iktidar da yok, muhalefet de… Hepimizin oksijeni o. Bu yüzden sert sözler etmekten yana değilim. Ama şunu da içime gömemem: Hazır olmayan devletin, hazır gibi davranması artık can sıkıyor. İnsanın aklına ister istemez sorular geliyor. Yangın uçağı neden bu kadar az? Hadi elimizde az, peki neden daha fazlası için harekete geçilmedi? Neden yangın sezonunda uçak satışına dair haberler duyuyoruz da, yangınla mücadele filosunun güçlendirilmesine dair somut bir gelişme görmüyoruz?
Elbette yerel yönetimlerin de sorumluluğu büyük. Ama onların da bir sınırı var ve elinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Ekiplerin organize olması zaman alıyor, tahliyeler panikle yapılıyor. Bu kadar yangınla sınanan bir şehirde kriz masası her ilçede hazır olmalı. Belediyeler, kaymakamlıklar, jandarma, itfaiye... Bu halk, çaresizliği değil dayanışmayı görmeli. Ama bazen bırakın organize çalışmayı, bilgi akışı bile sağlıklı ilerlemiyor. Vatandaş sosyal medyadan yangını öğreniyor, resmi kurumlardan değil.
Vatandaşa da iş düşüyor elbette. Ormanlık alanlarda mangal, sigara, hatta cam şişe bile büyük tehdit. Ama hadi dürüst olalım, biz vatandaşlar olarak eksiklerimizi kabul edelim de, yukarıdan da biraz samimiyet görelim istiyoruz. “İhmal yok” deyip geçilecek bir mesele değil bu. Her yaz daha çok yanıyorsak, bir şeyleri yanlış yapıyoruz demektir.
Biliyor musunuz, en acı olanı ne? Her yangın sonrası “yeniden ağaçlandıracağız” deniyor ama yanan bir ormanın yerini yenisi tutmuyor. Kuşlar geri gelmiyor, karacalar yuvasını bir daha bulamıyor, toprak eski bereketine kavuşamıyor. Bu sadece ağaç değil, bir yaşamın kül olmasıdır.
Bu yazıyı yazarken bile bir yandan yangın haberleri geliyor. Rüzgar varsa endişemiz büyüyor. Çünkü rüzgar varsa, yangın zapt edilemiyor. Çünkü elimizde yeterince uçak yok. Çünkü hâlâ geçmişten ders almadık. Çünkü hâlâ yangını seyrediyoruz.
Şimdi soruyorum: Kaç yaz daha böyle geçecek? Kaç orman daha yanacak da biz “gerçek bir hazırlık” göreceğiz? Kaç köy daha boşaltılacak da “kriz yönetimi” denen şeyin ne olduğunu hissedeceğiz?
İzmir yanıyor. Ve biz bu yangını sadece söndürmekle kalmayalım. Unutmayalım. Hatırlayalım. Gereğini yapalım. Ve en önemlisi; aynı hataları bir daha yaşamayalım.